‘Sessiz devrim’ yaptık, yine yapabiliriz
Fikret AYDEMİR
Ankara’da Dışişleri Bakan Yardımcılığı ve Avrupa Birliği Başkanlığı görevlerinde bulunduktan sonra ikinci kez Brüksel’de Daimi Temsilci olarak göreve başlayan Büyükelçi Faruk Kaymakçı, Türkiye’nin AB üyeliğinin rastgele bir üyelikten çok daha fazlası olacağını söyledi. prestij etkisi. Kaymakçı, durgunlaşan Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerini DÜNYA’ya değerlendirdi…
Türkiye ve Avrupa Birliği’nin çıkarları 1959’dan sonra 12 Eylül 1963 Ankara Anlaşması ile başladı. Aradan 60 yıl geçti. Yakınlıkların fotoğraflarını çekmek istersek ne görürüz?
Türkiye-AB ilişkileri uzun bir süreçtir. Reel anlamda adaylık ve üyelik süreci 1987 sonrasıdır. Türkiye’nin daha yüksek demokratik standartlara ulaşması ve AB ekonomik sistemi ile uyumlu bir serbest piyasa ekonomisi olarak işlev görmesi değerliydi.
1989’da Berlin duvarının yıkılmasıyla AB’nin dikkati dağıldı. 10 Orta ve Doğu Avrupa ülkesi aday ülke potasına girdi. Bu ülkeler bizden ileride. Bunun temel nedeni, geçmişte Batı Avrupa’nın
Avrupa ülkelerini Sovyet sistemine terk etmeleri ve bu ülkelerin Batı ile bütünleşme sorumluluğunu hissetmeleridir.
Helsinki Zirvesi’nin yapıldığı 1999 ile 2007 ortaları arasındaki 7-8 yıl, Atatürk devrimlerinden sonra Cumhuriyet tarihinin en parlak ve en başarılı dönemi oldu.
Bu döneme baktığınızda şunu görüyorsunuz: Türkiye, AB ile üyelik müzakerelerini başlatmak için 8 kapsamlı reform paketini hayata geçirdi. Değerli anayasa değişiklik paketleri kabul edildi. 200 yeni yasa çıkardı. 250 civarında ikincil düzenleme kanunlarda önemli değişiklikler getirmiştir.
“Sessiz Devrim”
Böylelikle Türkiye’nin o dönemde “sessiz devrim” yapmış bir aday ülke olarak tanımlandığını hatırlayacaksınız. Tıpkı Türkiye’nin bu reformlar, Batı ve AB ile kurduğu olumlu bağlar sayesinde milli gelirini üçe katladığı gibi.
Yani kişi başı milli geliri 3 bin 500 dolardan 11 bin dolara çıkardık. Hatta Doğu Avrupa ülkeleri 2004’te üye olduklarında ekonomimiz çoğundan daha yeterliydi ve Türkiye demokrasi için ilham kaynağı gösterilen bir ülkeydi.
Kapı her zaman açık. AB’nin bariz endişeleri ve önyargıları var. Avrupa Birliği ise “Türkiye çok büyük, Türkiye çok fakir ve Türkiye Müslüman” unsurlarıyla bakıyor.
Bunları soru işareti olarak gördüğü için Türkiye’nin üyeliğini teşvik edecek adımlar atamıyor ama Türkiye’ye de kapıyı hiçbir zaman kapatmadı. AB’nin özellikle bu üç konuda kesinlikle önyargıları ve kaygıları var. Ancak alaka düzeyini bu üç konudan daha fazla belirleyen iki önemli konudan biri de Kopenhag siyasi kriterleridir. Diğer bir faktör, uygun komşuluk bağlantılarıdır.
Bizim açımızdan iyi komşuluk ilişkileri, özellikle Yunanistan ve GKRY bizden önce AB üyesi olduklarından, AB’deki veto haklarını maksimalist ve siyasi çıkarları doğrultusunda kötüye kullanmalarına bağlıdır. Bu 5 faktörü artı maddelere dönüştürmemiz gerekiyor.
Türkiye, büyüklüğü, nüfusu ve yüzölçümü açısından görece düşük gelişmişlik düzeyine rağmen çok hızlı büyüyebilen dinamik bir ekonomidir.
Aynı zamanda Türk halkının büyük bir bölümünün Müslüman olması ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin laik olması jeopolitik bir güç konumunda olan AB için artı sayılabilecek unsurlardır. tez.
AB bazında yüzde 80
Daha önce 3 kez AB nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği görevinde bulundunuz. Hem Brüksel’i hem de Ankara’yı çok iyi tanıyorsunuz. Sizce 2002 süreci yeniden başlayabilir mi?
Böyle bir sürecin seçimlerden sonra tekrar başlayabileceğini görüyorum. Türkiye’deki seçim sonuçları ne olursa olsun, hükümetin yeni programının kesinlikle AB ile ilişkileri normalleştirmeyi ve geliştirmeyi amaçlayacağına inanıyorum.
Bu Türkiye’nin çıkarınadır. Bu nedenle, Türkiye’de seçim sonuçları ne olursa olsun, hemen hemen tüm siyasi partiler, kamuoyu, sivil toplum, iş dünyası ve gençlerin AB’ye olan ilgisinin artması yönünde çok güçlü bir beklentisi var.
4,5 yıllık Dışişleri Bakan Yardımcılığı ve AB Başkanlığı görevlerinde hem bakanlıklarımızda görev yaptım hem de Anadolu’yu dolaştım. Türkiye’nin neredeyse yarısını gezdim. Ve o illerin karar vericileri olan kişilerle görüştük.
İşte tablo: Türk halkının en az yüzde 80’i Türkiye’nin AB üyeliğinin yeterli olduğuna inanıyor ve destekliyor. “Türkiye AB’ye üye olabilir mi?” Sorduğumuzda Türk halkının en az yüzde 60’ı her türlü sıkıntıya, soruna rağmen yine “Evet” diyor.
Bu Türkiye fotoğrafı. AB Türkiye’ye nasıl bakıyor?
Aday ülke olan AB, şu anda Türkiye’yi ortak veya komşu olarak görmek istiyor. Çünkü ne yazık ki son 4-5 yıldır ilişkilerde bir sakinlik, zaman zaman gerginlikler ve maalesef birçok alanda anlamsız ve haksız engellemeler yaşanıyor. İlgiler çok durgun bir noktada.
Dolayısıyla AB’nin başında Türkiye üyelik yolunda adım atmayacaksa iyi bir ortak ya da iyi bir komşu olması gerektiği anlayışı var. Ama Türkiye’nin aday ülke olduğunu da biliyorlar.
Bundan sonra bağlantılarımızın üyelik yönünde gelişmesi, Türkiye’de seçimler sonrası belirlenecek AB odaklı program ve politikalara bağlı olacaktır. Türkiye üyelik sürecinde 1999-2007 döneminde olduğu gibi kararlı adımlar atabilirse, Kıbrıs sorunlarına rağmen Türkiye’nin üyelik süreci açılabilir.
Üst düzey temaslardan edindiğim izlenim şu: Pandeminin ve Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın Türkiye’nin Avrupa ve Avrupa Birliği için önemini bir kez daha gösterdiğini kabul ediyorlar.
Türkiye ile ortaklık ya da komşuluk ilişkisi olabileceğini düşünüyorlar ama öte yandan Türkiye’nin AB üyelik sürecinin ve üyeliğinin Türkiye-AB ilişkilerinden azami faydayı sağlayacak en iyi çerçeve olduğunu kabul ediyorlar.
Görüştüğüm tüm üst düzey yetkililer, Türkiye’nin üyelik şartlarını samimiyetle yerine getirmesi durumunda Türkiye’nin AB üyesi olması gerektiğine inanıyor. Türkiye’nin AB üyeliği için kapı kısmen açık. Bu kapıyı daha fazla açmak bizim elimizde.
AB’den büyük sarsıcı sütun
Türkiye’yi sarsan deprem sonrası AB’nin tutumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Depremler gösterdi ki, birincisi Türkiye’nin Avrupa ailesinin bir parçası olduğunu bir kez daha vurguladı. Avrupa ve AB bu deprem için en hızlı, en kapsamlı ve en önemli temeli gösterdi. 20 Mart’ta AB Komisyonu ve AB Dönem Lideri İsveç’in öncülüğünde Brüksel’de Uluslararası Bağışçılar Konferansı düzenlendi. Sonuca baktığımızda ise konferansa en çok bakan düzeyinde katılan ülkeler AB ülkeleri oldu.
Türkiye için taahhüt 6,1 milyar avro. Bunun 3,3 milyarı AB kurumları ve AB üye ülkeleri tarafından yapıldı. Sarsıntıların sonucunda Türkiye ile AB arasındaki gerginlikler ortadan kalktı. Hatta biraz rahatlama sağladı. Bu yumuşama değerli bir ivme yaratabilir.
Hatırlarsınız 1999 yılında Yunanistan ile Türkiye arasında yaşanan deprem felaketlerinin ardından gösterilen dayanışma sonucunda Helsinki Zirvesi’nde Türkiye resmen aday ilan edilmişti. Şu anda gelinen nokta değerli bir aşamadır.
Türkiye’nin seçimden sonra AB’ye yönelik güçlü adımlar atması durumunda Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin normalleşmesi ve üyelik sürecinin yeniden canlanması mümkün.
Türkiye’yi nasıl bir AB üyeliği bekliyor?
“Türkiye’nin AB üyeliği, Avrupa’nın geleceği ve dünyada istikrarlı ve istikrarlı bir sistem için olmazsa olmazdır. Türkiye’nin AB üyeliği, bazı tartışmaları, bazı güçlükleri ve aşılması gereken önyargıları olan zorlu ve sancılı bir süreçtir.
Bu süreç hem Türkiye’de hem de diğer Avrupa ülkelerinde doğru anlaşılmalıdır. Özellikle AB tarafında bir vizyon ortaya konmalı, bir liderlik sergilenmeli ve büyük düşünmek gerekiyor. Türkiye eşit ve adil davranıldığında doğruları çok çabuk söyleyebilen bir ülkedir. Bunu geçmişte de yaptık, gösterdik.
AB’nin “sessiz devrim” olarak tanımladığı Türkiye’de birçok değişiklik ve dönüşüm yapabilen bir ülkeyiz. Tekrar yapabiliriz. Türkiye’nin AB üyeliği sadece Türkiye’nin ve sadece AB’nin kazanabileceği bir ilişki değildir. Aynı zamanda üçüncü şahısların Türkiye ve AB ötesinde kazanabilecekleri bir bağlantıdır.
Çünkü en değerli, en faydalı ve en anlamlı üyelik Türkiye’nin AB üyeliği olacaktır. Egemenliğimizi ve çıkarlarımızı korumak için Türkiye’nin, Avrupa’nın, AB’nin ve dünyanın yararına olan bu değerli stratejik hedefi gerçekleştirmemiz gerekiyor.”